The Behavior of Words: Poems by Efe Duyan

by Efe Duyan
translated by Aron Aji

Some poems, like houses built for their architectural intention, draw us in through their design. Clean, fine lines breaking at angles guiding us through carefully defined spaces, opening to hallways that lead to unexpected enclosures where light plays on the walls. This is how I first experienced the work of Efe Duyan, the Turkish poet who is also, unsurprisingly, a scholar of architectural history at Mimar Sinan University, an institution named for the great Ottoman architect whose breathtaking structures lend Istanbul an unrivaled beauty.

Efe Duyan’s verses are composed so meticulously that they might have been drawn rather than written. The lean interlacing of the words, the sparseness of the stanzas, the slow accretion of meaning—one almost feels as though the poems are taking shape as one reads them.

In these translations, done in collaboration with Duyan, my principal aim has been to strip the English to its leanest to foreground the formal ingenuity of the poems. Given the famous incommensurability of English and Turkish grammar, the process required forcing Turkish syntactical order on the English in order to convey the physical direction of the verse and the gradual accretion of meaning.

In the Turkish originals, the verses often bring the reader to surprising semantic shifts and reversals, and the movement through the poem builds on these surprising turns. To follow Duyan’s meaning is to follow the lines as if on an architect’s blueprint. The initial drafts were principally concerned with getting the meaning across as fully as possible; only then did I concentrate on recreating their elegance, their seemingly effortless flow. At best, I tried to create poetry written in English inside intrinsically Turkish forms, resonant with the sounds and shades of the original language.

–Aron Aji


See Original Language See Translation

Shifting Shapes

the sea is a stained tablecloth
you forget that each sea is also a lethal desert
and sit at the head of the table

you wonder whether
the desert
can really take the color of the sea
like a sky under your feet

actually everything assumes
each other’s color

like a cactus needle
and its root
our shape-shifting emotions
are enjoined

you and I
will we really fall in love
I ask

your color diffuses
I dip my fingers in the water

you take off your clothes
unconcerned
and start swimming
in time’s translucent sands

time
turns into a large newly painted room
with sofas and lampshades

right away we start
shifting the furniture around
as if changing the world unconcerned
that we’re splashing the hardwood floor

 

Death Effigy

It turns out Różewicz preoccupied as he was
with other urgent matters had forgotten
that he also needs to die

I pull my death effigy aside and ask
what those carnations signify
in yaşar kemal’s autographed book
and which string yunus emre strummed
right when he said ‘souls will not submit to death’

kidding, just kidding
I know we are in Istanbul
I know in Istanbul
no one greets peacefully
death as holy transcendence
it is stuck on the blade of your boat’s propeller
like a jellyfish
a knot cast into your memory follows you

no you don’t grieve
for the thirty-some billion dead homo sapiens
for one maybe
maybe for a few

that herb of immortality
if you only knew
its latin name
you’d have shaken off your ring finger
the two letters that separate
don’t forget from can’t forget

I know forhope is not a word
I toss a few carnation seeds
in my mouth
and bang!
I shoot my effigy

 

Away from the World

without a certain distance
you can’t fully grasp anything
this distance soon turns into an untouched valley
with a river flowing through
a bee flies down and washes its face

a bit of happiness
depends on forgetting distances
what you’ve forgotten
bears green apples like a tree
that fall in the river
whenever you lean down to drink water
you grow thirstier

if asked as a child you would’ve said
all the decisions you’ll make
are the mouthfuls of bites
you take out of an apple

 

The Behavior of Words

every word that leaves my lips
shifts from shape to shape

like two hedgehogs
they copulate in the air
at times
the words turn into ice
and fall on the ground

mixed among the clouds
they become meaningless
at times
like kittens
they even refuse being loved

they feed on carnation petals
thrown at demonstrations
at times
they surrender to the wind
along with the pollens

like pigeons
they trust too easily
and not just at times
whenever I glance at you
they contest my glances

they may shift from shape to shape
but only
care for each other
the words
don’t even notice us

they are the small egrets
perched on a cow’s back
they don’t care a whit about the world
or know that they change
the world

the words bind us together
like the quietude
of a river unaware
that it binds mountains
to the sea

 

Beautiful Things First

we’re in the kitchen
your back is turned to me
in our mouths the sour taste
of spinach and missed opportunities
another day of our life has passed
but we’re home, we’re happy

you’re brewing tea
your own blend
we can see inside the world now
it’s beautiful without us
and self-possessed

we go out for a walk
as we walk quietly
what you scatter along the edges of our path
will grow one day

when we return I notice
the geraniums on the windowsill
can you believe, an entire year already

beautiful things are first to remind us
that we will die one day

Değişen Şekiller

lekeli bir masa örtüsü deniz
denizlerin ölümcül birer çöl olduğunu unutup
oturuyorsun başına

merak ediyorsun
çölün
ayaklarının altında bir gök gibi gerçekten
denizin rengini alıp almayacağını

her şey birbirinin rengini
alabilir aslında

bir kaktüsün dikeniyle
kökü gibi
bağlanıyor
şekil değiştiren duygularımız

birbirimize gerçekten
aşık olacak mıyız
diye soruyorum

rengin yayılıyor
parmaklarımı suya sokuyorum

sen üstünü çıkarıp
kimseye aldırmadan
yüzmeye başlıyorsun
saydam kumlarında zamanın

zaman
yeni boyanmış büyük bir odaya dönüşüyor
kanepesi ve abajuruyla

hemen başlıyoruz
eşyaların yerine değiştirmeye
dünyayı değiştirdiğimizi hayal ederek
parkeleri ıslattığımıza bakmadan

 

Ölüm Korkuluğu

demek unutmuştu Różewicz
çok önemli başka işleri arasında
ölmesi de gerekeceğini

hemen ölüm korkuluğumu köşeye çekip, soruyorum
imzalı yaşar kemal kitabındaki karanfil tasvirlerinin
neyi simgelediğini
cânlar uymaz göçmege der demez
yunus emre’nin hangi tele dokunduğunu

şaka şaka
biliyorum İstanbul’dayız
biliyorum İstanbul’da
huzurla karşılanan kutsal bir dönüşüm
değildir ölüm
bindiğin vapurun pervanesine yapışmış
bir deniz anası gibi
hafızana atılmış bir düğümdür, izler seni

hayır, üzülmüyorsun
ölmüş otuz küsur milyar homo sapiens’e
birine belki
belki bir kaçına

şu ölümsüzlük otunun
bir bilsen
latince adını
unutmamakla
unutamamak arasındaki tek harfi
çıkarıp atacaktın parmağından

biliyorum umutmak diye bir sözcük yok
bir kaç karanfil tohumu
atıp ağzıma
dan!
vuruyorum korkuluğumu

 

Dünyadan Uzak

biraz uzaklaşmadan
hiçbir şeyi tam olarak anlayamazsın
derken el değmemiş bir vadiye dönüşür bu mesafe
içinden akan nehirde
bir arı inip yüzünü yıkar

azıcık mutluluk
mesafelerini unutmaya bağlıdır
unuttukların
bir ağaç gibi yeşil elmalar verip
nehre düşerler
ne zaman eğilip su içsen
daha çok susarsın

çocukken sorsalar
vereceğin tüm kararlar
bir elmadan art arda alacağın
koca ısırıklar olacak derdin

 

Sözcüklerin Davranışları

ağzımdan çıkan her sözcük
şekilden şekle giriyor

iki kirpi gibi
çiftleşiyorlar havada
bazen
buza dönüşüp
yere düşüyorlar

bulutlara karışıp
anlamsızlaşıyorlar
bazen
bir yavru kedi gibi
sevdirmiyorlar bile kendilerini

mitinglerde bırakılan karanfil
yapraklarından besleniyorlar
bazen
polenlerle beraber
kendilerini rüzgâra bırakıyorlar

bir güvercin kadar
kolay güveniyorlar
bazen değil
ne zaman baksam sana
bakışlarımla yarışıyorlar

şekilden şekle girseler de
yalnızca
birbirleriyle ilgileniyor
sözcükler
umurlarında değiliz

bir ineğin üzerine konmuş
küçük kuşlar onlar
dünyayı tanımıyorlar bile
dünyayı değiştirdiklerini
bilmiyorlar

bizi bağlıyorlar
aslında dağları
denize bağladığını
bilmeyen bir nehrin
sükunetiyle

 

Önce Güzel Şeyler

mutfaktayız
sırtın bana dönük
ıspanak ve kaçırılmış fırsatların
kekre tadı
bir gün daha geçmiş ömrümüzden
oysa evdeyiz, mutluyuz

çay demliyorsun
kendin harmanlamışsın
dünyanın içi görünüyor
bizsiz çok güzel
ve kendinden emin

bir yürüyüşe çıkıyoruz
yürürken sessizce
yol kenarına serptiklerin
bir gün büyüyecek

döndüğümüzde fark ediyorum
pencerenin önündeki sardunyaları
demek aradan bir koca yıl geçmiş

önce güzel şeyler hatırlatıyor
bir gün öleceğimizi

Published on August 6, 2020